Vücutta meydana gelen değişimler, hamilelik sebebiyle salgılanan hormonlar, rahmin büyümesi, beslenme şekilleri gibi etkenler, haftalık ve aylık olarak hamilelik belirtilerini farklılaştırmaktadır. Hamileliğin ilk belirtileri arasında östrojen ve progesteron hormonlarının artışı görülmektedir. Bu hormonların vücut düzeyindeki artış ile birlikte; aynı zamanda adet belirtisi de olan göğüslerde daha fazla hassasiyet oluşumu ve göğüslerin büyümesi göze çarpar. Ancak bunlar kesin gebelik belirtisi olarak değerlendirilmemeli ve emin olmak için mutlaka gebelik testi yapılmalıdır. Hamileliği işaret eden semptromlar ilk haftalarda çok belirgin düzeyde olmasa da hamileliğin yarattığı hormonal değişimler, vücutta hızlı bir şekilde kendini göstermeye başlamaktadır.
GEBE KALMAYI PLANLIYORUM, NE YAPMALIYIM?
Gebelik planlayan kadınların sağlıklı bir yaşam biçimini gebelik öncesinde benimsemelerinde yarar vardır. Gebelik planlayan kadınlar iki gruba ayrılabilir. Gebelik öncesinde bilinen bir kronik hastalığı olanlar ve tamamen sağlıklı olan kadınlar. Gebelik öncesinde kalp hastalığı, böbrek hastalığı, astım, epilepsi (sara) ve benzeri kronik rahatsızlıkları olan kadınların mutlaka doktorları ile yakın temasta olup hastalıklarının kontrol altında olduğu bir dönemde gebe kalmaları önerilir. Sağlıklı kadınlarda ise gebelik öncesinde aşağıdaki noktalara dikkat edilmesi gerekmektedir: Sigara içiliyorsa bırakılmalı veya günde 5 tanenin altına düşürülmelidir.
Gebeliğe ideal kiloyla başlamak için aşırı kilosu olan kadınların doktor kontrolünde kilo vermeleri gebelik sırasında ortaya çıkabilecek bazı komplikasyonların (ör. Gebelik tansiyonu (preeklampsi) ve gebelik şekeri) azaltılması yönünden önemlidir.
Gebelik öncesinde Kızamıkçık testi, Hepatit B taraması ve kan sayımı yapılmasında yarar vardır. Kızamıkcık enfeksiyonu ile hiç karşılaşmamış veya daha önce aşılanmamış olan kadınların aşılanması önerilmektedir.
Ailesinde veya kendisinde Akdeniz anemisi, orak hücreli anemi, kistik fibrosis ve benzeri kalıtsal hastalıkları olan veya bu hastalıklar için taşıyıcı olan kadınların eşleri ile beraber değerlendirilmeleri ve genetik danışmanlık almaları gerekir.
Gebelik planlayan kadınların bebeklerinde nöral tüp defekti adı verilen ve omurganın tam kapanmamasına bağlı olarak gelişen anomalilerin engellenmesi için günde 400 mikrogram folik asit kullanmaları önerilmektedir. Daha önceki gebeliklerinde bu şekilde bir bebek taşımış olan kadınlarda ise günlük folik asit dozu 4 gram olmalıdır.
GEBE KALDIM, NE YAPMALIYIM?
Öncelikle tebrikler. Hayatınızın en güzel ve en heyecanlı deneyimlerinden birine hazır olun. Gebelik fizyolojik bir olaydır ve önemli bir gerekçe olmadıkça hayatınızı olumsuz olarak etkilemeyecektir. İlk muayene ne zaman olmalı? İlk muayene gebeliğin 6. haftasında yapılmalıdır. Daha önce yapılan muayenelerde bebek ve kalp atımları görülmeyebilir. Gebelik yaşı son adetten itibaren hesaplanır. Neleri yapmam sakıncalı? Gebelikte sigara içilmesi ve alkol alınması sakıncalıdır. Kafein içeren çay, kahve ve kolalı içeceklerden ise az miktarda tüketilmelidir.
Neler yapabilirim?
Gebelik sırasında aşağıdakilerin yapılmasında veya kullanılmasında sakınca gösterilmemiştir.
• Cinsel ilişkide bulunmak-Gebeliğin son 3 haftasına kadar
• Spor yapmak-At binmek ve tüple dalmak dışında
• Denize ve havuza girmek
• Güneşlenmek-En az 30 numara koruyucu faktörlü bir güneş kremi kullanın
• Bilgisayar kullanmak
• Cep telefonu kullanmak
• Mikrodalga fırın kullanmak
• Güvenlik kapılarından geçmek
• Otomobil kullanmak–2 saatte bir mola vermekte yarar vardır
• Uçakla yolculuk yapmak-Gebeliğin 26. haftasından sonra doktor raporu gerekir
• Prize takılan sinek ilaçlarını kullanmak
Erken gebelik döneminde beslenmem nasıl olmalı? Sağlıklı beslenin yeterli. Bu dönemde kalori artırılmasına gerek yoktur. Şişmanlatıcı (yağlılar, kızartmalar, hamur işleri, tatlılar, fast food’lar) besinlerden uzak durun. Bunlar zaten bebeğiniz için yararlı öğeler içermezler. Bulantı ve kusmalara bağlı canınız yemek istemiyorsa kendinizi zorlamayın. Bu dönemde kilo vermenin sakıncası yoktur.
Vitamin ve demir kullanmalı mıyım? Eğer doktorunuz size daha öncesinden folik asit vermemiş işe şimdi başlamakta yarar vardır. Multivitamin de kullanabilirsiniz. Demir hapları gebeliğe kansız başlayan kadınlarda veya 26. haftadan sonra kanı azalmış olan kadınlarda gereklidir.
DOĞUM NASIL OLMALI?
Hamilelik haberini alan anneler, bebeğin sağlıklı gelişiminin yanı sıra nasıl doğum yapacağını da sürecin en başından itibaren düşünmeye başlar. İlk haftalarda doğum şekli gerek bebek gerekse de annenin anatomisine göre tam olarak belli olmasa da ilerleyen haftalarda ailelerin ve annelerin farklı doğum çeşitleri arasında tercih yapması mümkün olacaktır. Normal doğumun dışında, annelerin duyacakları doğum sancısını en aza indirmek ve daha kolay bir doğum olması için zamanla farklı teknikler geliştirilmiştir. Bu doğum çeşitleri arasında en çok tercih edilenler ise sezaryen ve suda doğum yöntemleridir.
Normal Doğum
Yüzyıllardır kullanılan bir doğum şekli olan normal doğum, doğal doğum olarak da adlandırılır. İlaç, ağrı kesici ve hiçbir tıbbi müdahale olmadan gerçekleştirilen bu doğumda ilk olarak rahimde kasılmaların başladığı görülür. Kasılmalar sonucunda bebeğin vajinal yoldan çıkışı ile gerçekleşen normal doğum hamileliğin 37 ila 42. haftaları arasında gerçekleşmektedir.
Normal doğum, üç aşamada gerçekleşir. İlk aşamada rahimde kasılmalar görülür. 10 ila 15 dakikada bir gelen bu kasılmalar yaklaşık 14-16 saat sürebilir. Bu aşamada rahim ağzının 8-10 cm açılması beklenir. Zaman geçtikçe kasılma şiddeti arttığı gibi, kasılmaların hissedildiği dakika aralığı da 2-3 dakikaya kadar düşebilir. 2. aşama ise bebeğin doğduğu aşamadır. Bu aşama annenin itme ve ıkınma hareketleriyle birlikte bebeğin vajinal yoldan çıkışı şeklinde kısa bir sürede sonlanabileceği gibi, bu aşama, bazı durumlarda birkaç saat sürebilir. 3. aşama olan son aşamada ise plasenta rahimden ayrılır.
Doğum konusunda kendine güvenen ve sancı ile baş edebileceğine inanan çoğu kadının sezaryen gerektiren bazı istisnai durumlar haricinde tercih ettiği normal doğumun birçok avantajı bulunmaktadır. Öncelikle annelik duygusunu hamilelik haberi ile deneyimlemeye başlayan kadınlar, doğum tecrübesini başından sonuna kadar yaşamak ister. İlaç kullanılmadığı için uyuşukluk hissi yaşamayan anneler uyanıklık durumunda bebeğin doğduğu andan itibaren onunla sıkı bir bağ kurma şansı yakalar.
Normal doğum yapan kadınların vücutlarında doğum sırasında ağrı kesici verilen kadınlara oranla daha fazla endorfin salgılanır. Bu da annelerin daha çabuk normal hayatına dönmesini sağlar. Aynı zamanda, normal doğum yapan kadınlarda sezaryen gibi diğer yöntemlerle doğum yapanlara oranla doğum sonrasında daha az ağrı şikayeti olduğu görülmektedir.
Sezaryen Doğum
Sezaryen doğum, normal doğumun riskli olduğu durumlarda kullanılan doğum yöntemlerinden biridir. Anne adayına spinal, epidural veya genel anestezi uygulanarak yapılan sezaryen doğumda anne karnına ve rahmine kesi atılmasından dolayı, bu yöntem cerrahi bir müdahale olarak değerlendirilmektedir. Sezaryen doğum, genel olarak normal doğumun güvenle tamamlanmasının mümkün olmadığı vakalarda tercih edilmektedir.
Anne veya bebeği tehdit eden bir durum tespit edildiğinde tıbbi müdahalenin getirdiği riskler de göz önüne alınarak sezaryen doğuma başvurulmalıdır. Risk teşkil eden bu durumlar arasında bebeğin doğum için ideal pozisyonda olmaması, bebeğin ideal ölçülerden daha büyük olması, plasentanın erkenden ayrılması, bebeğin kalp atışlarının düşük olması ve ilk gebeliğin 35 yaşından sonra olması gibi durumlar yer alır. Anne adayının psikolojisinin normal doğumu veya doğum sancısını kaldırabilecek güçte olmaması da sezaryen doğumun tercih edilmesinin sebepleri arasında sayılabilir.
Sezaryen, özellikle Türkiye’de normal doğumdan sonra en sık tercih edilen doğum şekli hâline gelmiştir. 2017 yılının doğum verilerine göre her 100 çocuktan 53’ü sezaryen ile dünyaya gelmektedir. Ancak, Sağlık Bakanlığı ve diğer pek çok uzman, sezaryen doğumun sadece normal doğumun mümkün olmadığı istisnai durumlarda tercih edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Sadece ülkemizde değil birçok ülkede de kadınlar, normal doğuma teşvik edilmektedir. Örneğin, Amerikan Jinekoloji ve Obstetri Birliği’nin (ACOG) 2008 yılında yaptığı açıklamada 39. haftadan önce isteğe bağlı sezaryen doğum yapılmasının kabul edilen bir durum olmadığı belirtilmiştir.
Anne adayları, sezaryen doğumda normal doğumdaki kadar ağrı ve acı çekmez. Ancak, sezaryen doğumun dezavantajları normal doğuma göre çok daha fazladır. Öncelikle, sezaryen doğumda anestezi gerekli olduğu için anne, vücudunda uyuşukluk hisseder ve dolayısıyla normal doğumun vermiş olduğu hissi yaşayamaz. Karın katları kesi ile tek tek açıldığı için annenin doğumdan sonra iyileşme süreci normal doğuma göre daha uzundur. Bu durum hem hastanede kalış süresini uzatabilir hem de annenin bebekle kuracağı yakın teması da olumsuz yönde etkileyebilir. Ayrıca, sezaryen doğum cerrahi bir müdahale olduğu için her ameliyatta yaşanabilecek riskler bu ameliyatta da bulunmaktadır. Normal doğumun bir diğer avantajı ise normal doğumda bebeğin akciğerdeki sıvıyı daha kolay atmasıdır. Sezaryen doğumda bu süreç daha uzun sürebileceğinden, bebekte geçici solunum problemleri görülebilir.
Anne ve bebek sağlığını tehdit eden bir durumun olduğu vakalarda, sezaryen doğum hayat kurtarıcı bir operasyona dönüşmektedir. Ancak, acil müdahale gerektirmeyen durumlarda sadece annenin değil doktorun da bu konuda görüşüne başvurulmalı, şartlar normal doğum için uygun değilse sezaryen tercih edilmeli ve süreç hakkında detaylı bilgi alınmalıdır.
GEBELİKTE BESLENME
İlk aylar az ama sık beslenme
Öncelikle anne adayına hamilelikten 3 ay önce ve hamileliğin ilk 3 ayı folik asit takviyesi alması önerilir. Bunun akabinde anne adayına yaşayabileceği mide bulantıları ve koku hassasiyeti nedeniyle yağsız, kokusuz, baharatsız ve tuzlu yiyecekler yemesi tavsiye edilir.
Bu gibi atıştırmalıklar bu süreçte görülebilecek bulantının bastırılmasında faydalı olacaktır. Balık, yumurta, kırmızı et ile süt ve süt ürünleri tüketilmesi de normal bir bireyin beslenmesinde olduğu gibi önemlidir. Ancak anne adayında bu ürünlere hassasiyet başlamışsa tüketmek için kendisini zorlamasına gerek yoktur. Çünkü ilk 3 ay bebek, annenin beslenmesinden olumlu ya da olumsuz etkilenmez. Yani hamilelikte beslenme sürecinde ilk 3 ay anne adayı istediği gibi beslenebilir.
Bu dönem özel bir çaba gerektirmez yalnızca sosis, salam, hazır meyve suyu v.s gibi raf ömrü uzun olan, katkı maddesi içeren işlenmiş gıdaların tüketilmemesine özen gösterilmelidir. Mide yanması fazla ise soda içilebilir.
3. Aydan sonra beslenmeye dikkat
Gebeliğin 3. Ayından itibaren hormonlar düzene girmeye başlar bununla beraber anne adayı da hem fiziksel hem de psikolojik olarak daha rahat bir sürece girer. 3. ay itibari ile hamilelikte beslenme bebeğin gelişimi ve anne adayının sağlığı için büyük önem taşır. Gebeliğin bu sürecinden itibaren günlük alınması gereken enerji 2200 kalori düzeylerine çıkartılmalıdır. Yani beslenme düzeyi arttırılmalı 3 ana öğüne ilaveten 3 ara öğün de yapılmalıdır. Öğünlerde meyve, süt, yoğurt gibi hem kan şekerini dengeleyecek hem de açlık hissini bastıracak sağlıklı gıdalar tüketilebilir.
Süt ve süt ürünlerinin tüketimi oldukça önemli
Hamilelikte beslenme süreci günlük bir düzen gerektirir. Her gün en az 1 bardak süt, bir kase yoğurt ve peynir muhakkak tüketilmelidir. Yumurta protein açısından oldukça zengin bir gıda olduğundan haftanın en az 3 günü muhakkak beslenme ritüeline eklenmelidir. Hamilelik sürecinde protein ve kalsiyum alımı bebeğin gelişimi için büyük önem taşıdığından ötürü süt ve süt ürünleri ile yumurta bolca tüketilmesi gereken gıdalar arasındadır.
Kırmızı et yemeden olmaz
Anne karnında bebeğin büyümesi, sinir sisteminin oluşumu, kaslarının gelişimi ile enzim ve hormonların düzeni gibi pek süreç protein kaynağı ile rayına girer. Kırmızı et ise en önemli protein kaynağı olarak sayıldığından ötürü haftanın en az 2 günü beslenme listesinde bulunmalıdır.
Kırmızı et protein kaynağı olmasının yanı sıra; yağ, su, fosfor, sodyum, magnezyum, kalsiyum, çinko, demir ve bakır mineraller ile B grubuna ait vitaminler bakımından da oldukça zengindir. Ancak et tüketiminde etin iyi pişmiş olmasına dikkat edilmelidir. Az pişmiş et kalın bağırsaklarda bakteri üretimine yol açabileceğinden hamilelikte beslenme sürecinde tavsiye edilmez. (Şarbon açısından çok iyi pişmiş etler tüketilmeli.)
Hamilelikte balık tüketimi ihmal edilmemeli
Omega 3 ve 6 yağ asitleri ile protein bakımından oldukça zengin bir besin olan balık, bebeğin beyin ve göz gelişimi için oldukça önem taşıyor. Ancak bazı balık türlerinde bulunan yüksek miktarda ki civa oranı bebek için tehlikeli olabiliyor. Bu nedenle haftada 350 gramdan fazla olmayacak şekilde levrek, çipura, somon gibi büyük balıkların tüketimi olumlu yönde önem taşırken; midye, istiridye, kılıçbalığı, köpek balığı, suşi ve uskumru gibi çinko değeri yüksek balıkların tüketilmesi ise zararlı kabul ediliyor.
Akdeniz usulü beslenmeyi alışkanlık edinin
Akşam yemeklerinde hem vitamin kaynağı bakımından hem de bağırsaklar açısından muhakkak zeytinyağlı sebze yemekleri tüketilmelidir.
Kuruyemişi ihmal etmeyin
Omega yağ asitleri bakımından zengin olan ceviz, badem, kuru incir ve kuru kayısı gibi gıdaları günde birkaç adet olmak üzere beslenme listesine ekleyin. Tatlı ihtiyacınızı da dengelemeye yarayacak bu gıdalar hamilelikte beslenme sürecinizde sizi tatlı, pasta, hamur işi, çikolata gibi kalori oranı yüksek ve sağlıksız gıdalardan uzak tutacaktır.
Günde 3 litre sıvı tüketimini ihmal etmeyin
Her şeyden önce su tüketimi gebelikte büyük önem taşır. Her birey için su tüketimi oldukça önemli olsa da hamilelikte bu ihtiyaç daha çok artar. Su tüketimi rahim kasılmalarını azaltır, idrar yolu enfeksiyonu ihtimalini düşürür, kabızlığı ve vücudun ödem tutmasını engeller, mide yanması ve bulantısı gibi şikayetlerin önüne geçer. Sade su içimi en faydalısı olsa da günde 3 litreye tamamlamak için açık çay, süt, ayran, çorba ve maden suyu gibi gıdalarla da sıvı ihtiyacı desteklenebilir. Hamilelikte beslenme sürecinde asitli ve gazlı içeceklerden uzak durulmalıdır.
Sigara ve alkolü hayatınızdan çıkarın
Sigara tüketimi, bebeğinizin ihtiyaç duyduğu kan, oksijen ve besin gibi maddelerin bebeğe ulaşımını azaltmaktadır. Bu da gebelik sırasında düşük riskini iki katına çıkartır. Alkol tüketimi ise beyin gelişimini olumsuz yönde etkileyerek sinir hücrelerinin gelişimine, fonksiyonuna ve yaşam sürelerine zarar vermektedir.
Ayrıca gebelikte alkol tüketimi kemik ve kıkırdak hücrelerinde de erken ölümlere sebep olabilmektedir. Bu nedenle hamilelikte beslenme sürecinde anne adaylarının en fazla dikkat etmesi gereken konuların başında alkol ve sigara tüketimi gelmektedir.
Sporu hayatınızdan eksik etmeyin
Hamilelikte beslenme kesinlikle sınırsız yemek yiyebilmek demek değildir. Kaliteli ve dengeli beslenme ile beraber yapılacak düzenli spor hem rahat bir gebelik süreci geçirilmesine hem de sağlıklı ve kolay doğum yapılabilmesine olanak sağlar. Hamilelik sürecinde haftada en az 2 gün yürüyüşe çıkabilir, yüzebilir ya da gebelere özel yoga ve pilates gibi sporlardan yararlanabilirsiniz. Ağırlık içeren egzersizler, bisiklet ve paten gibi tehlikeli aktivitelerden ise uzak durmak gerekir.
GEBELİKTE TARAMA TESTLERİ
Tarama testlerinin (ikili, üçlü, dörtlü test) amacı; anne adayının sahip olduğu kromozom anomalili bebek doğurma şansının artıp artmadığıdır. Bu sebeple anne adayı ile uygulamalara başlamadan önce tarama testlerinin güvenilirliği hakkında detaylı konuşulmalıdır. Unutulmamalıdır ki hiçbir tarama testi kromozom anomalili bebeklerin hepsini yakalamayacaktır. Diğer bir nokta ise tarama testlerinin bebekte olabilecek yapısal anomalileri (sakatlıkları) göstermeyeceğidir.Tarama testlerinin gebelik üzerine direk bir yan etkisi olmamakla beraber, sonuçları itibari ile girişimsel müdahale (amniyosentez, CVS) yapılmak zorunda kalınabilir ve gebeliğin kaybı gibi komplikasyonlara yol açabilir (girişimsel müdahale sonucu düşük olabilir). Bu sebeple gereksiz ve fazla sayıda tarama testinin yapılması yanlış sonuçlara ve sonucunda gereksiz müdahalelere sebep olabilceği için mümkünse tek tarama testi ve takiben ilerleyen haftada detaylı (ayrıntılı-ileri düzey ultrason) ultrasonun yapılması kromozom anomalilerinin maksimum oranda yakalanması yönünde faydalı olacaktır.
Birinci Trimester Tarama Testi- İkili Kombine Test (ikili Test):
Anne karınındaki bebeğin yan pozisyonda yatarken ensenin arakasındaki saydam alanın, gebeliğin 11-14. haftaları arasında ölçülmesi ve anneden alınan kan örneğinden HCG + PAPP-A bakılması ile (yaş ve gebelik haftası parametrelerinin eklenmesiyle) ikili kombine test yapılmış olur. Bu tarama testi günümüzde kromozomal anomalili (örn: Down sendromu) bebekleri tespit edebilmede en başarılı test olup yaştan bağımsız olarak tüm anne adaylarına önerilmektedir. İkili kombine test ile Down sendromu ile doğabilcek 100 bebeğin yaklaşık 90’ı tespit edilebilmektedir. İkili kombine test sonucunda Down sendromu riskiniz 1/270 den fazla veya sadece NT (ense kalınlığı ölçümü) 3mm’den fazla ise bulunduğunuz hafta içinde (11-14. haftalar arasında) CVS (koryon villus örneklemesi) yapılarak (gerekirse FISH yöntemi ile bir günde) bebeğinizin kromozom yapısını %100 öğrenebilirsiniz. Bu testi yaptırdıysanız ve gebeliğin ilerleyen döneminde detaylı ultrasona (ayrıntılı-ileri düzey ultrason) girecekseniz başka bir biyokimyasal tarama testi yaptırmanıza gerek yoktur.
Üçlü Test (Triple Test):
Üçlü test genellikle gebeliğin 16-18. haftaları arasında yapılır. Bu test; anneden alınan kandan HCG, E3 ve AFP bakılması ve bu değerlerin anne yaşı ve bebeğin haftası ile birleştirilmesi ile bebeğinizin Down sendromu ve Trizomi 18 olabilme riski hakkında bilgi verir. Bu test bir tarama testi olup, üçlü testin tüm doğabilecek olası Down sendromlu bebekleri tahmin edebilmesi imkansızdır. Günümüzde bu test Down sendromlu bebeği tespit edebilmedeki gücünün zayıf olması nedeniyle etkinliğini yitirmiştir. Bu test sonucunda riskli çıkan anne adaylarına Amniyosentez yapıldığı takdirde Down sendromu (Mongol bebek) ile doğabilecek 100 bebekten ancak 60-65 tanesi yakalanabilmektedir.
Dörtlü Test:
Anne adayından alınan kandan HCG + AFP + E3 + İnhibin-A düzeylerinin bakılması ve bu değerlerin gebelik haftası, anne yaşı gibi parametrelerle kombine edilmesiyle elde edilen hesaplamaya dörtlü test denmektir.
Bu test de tıpkı üçlü test gibi sıklıkla 16-18. haftalar arasında uygulanmakta olup, Down sendromlu bebekleri tespit edebilme gücü %75-80’dir. Bu oran dörtlü testi, üçlü teste göre daha başarılı bir tarama testi yapmakla beraber hem ikili kombine teste göre daha geç dönemde yapılması hem de ikili kombine teste göre Down sendromunu yakalama gücünün daha zayıf olması nedeniyle tercih edilmemektedir. Bununla birlikte, 11-14. hafta arasında ikili kombine test yaptırmayı kaçırdıysanız, kromozomal anomalilere yönelik tarama testi olarak üçlü test yerine dörtlü test yaptırmanız uygun olacaktır.
NIPT testi:
Herhangi bir girişimsel müdahale olmadan sadece anneden alınan kan örneği üzerinde fetüste genetik hastalıkların taranmasıdır. Gebeliğin ilk haftalarından itibaren, fetüse ait bazı hücreler annenin kan dolaşımına girmekte ve gebelik süresince de anne kanında bulunmaktadır. Bu test ile gebelikte en sık görülen kromozom anomalileri (Down sendromu, Patau sendromu, Edwards sendromu) ile beraber bazı mikrodelesyon sendromları da saptanabilmektedir.
NIPT Testinin Avantajları ve Dezavantajları Nelerdir?
Gebelik sırasında karşılaşılan ve doğuma kadar ulaşabilen ciddi kromozom anomalilerinin çok erken dönemde saptanmasına olanak sağlamakla beraber rutin gebelik takiplerinde yapılan ikili ve üçlü tarama testlerine göre çok daha yüksek güvenilirlik oranı bulunmaktadır. Girişimsel bir müdahale gerekmediği için işleme bağlı komplikasyon görülme ve düşük yapma olasılığı yoktur.
NIPT testinin düşük riskli çıkması bebeğin genetik olarak tümüyle sağlıklı olacağı anlamına gelmemektedir, zira test sadece belirli DNA bölgelerini incelemektedir. İncelenen kromozomlar ve genetik hastalıklar yönünden %98’in üzerinde bir doğruluk payı olmasına rağmen NIPT testi bir tanı testi değil tarama testidir. Bu nedenle sonucun riskli çıkması durumunda mutlaka girişimsel bir prenatal test ile desteklenmesi gerekmektedir.
NIPT Testi Ne Zaman Ve Nasıl Yapılır?
Testin uygulanabilir olması için anne kanından elde edilen fetüs DNA’sının belirli bir miktarda olması gerekmektedir. Bu nedenle gebeliğin 10. haftasından itibaren yapılması önerilir. Daha öncesinde uygulanan testlerde sonuç alınamama riski yüksektir. Test için üretilmiş özel tüplere 10 cc kan alınması çalışma için yeterli olmaktadır. Ancak bazı özel duruml(yeterli fetal DNA elde edilemezse testin tekrarı yada iptali söz konusu olabilir.
NORMAL DOĞUM MU, SEZARYEN MI?
Öncelikli tercih niçin normal doğum?
Doktor tarafından aksi gerek görülmedikçe tercih edilmesi gereken doğum çeşididir. Dikişlerin çabuk iyileşmesinden anne bebek bağının emzirme ile hemen oluşmasına kadar hem anneye hem de bebeğe sağladığı avantajları yadsınamaz. 37. ve 42. haftaların arasında hiçbir müdahale söz konusu olmadan başlayan doğum, normal doğumdur. Müdahalenin gerekliliği geçerli bir nedene dayanmıyor ise her anne adayı bu doğumu tercih etmelidir. Çünkü bu doğumda enfeksiyon ve kanama gibi oluşabilecek olumsuzluklar ve tüm riskler çok daha düşüktür. Normal doğum sonrasında hızlı toparlanma ve en minimum ağrı ile daha çok keyifli ana sahip olabilirsiniz.
Sezaryen doğumun zorlukları nelerdir?
Gebeliğin sonuna doğru artan korku ve endişeler, anne adayını sezaryen doğuma itebilir. Sezaryen doğum, doğum sonrası iyileşme ve daha sonraki doğumlarda daha yüksek riskler oluşturması sebebiyle asla ilk tercih olmamalıdır. Doğumdan hemen sonra bulantı, kusma ve bağırsaklarınızın geç düzene girmesi ile ilgili sorunlar yaşama ihtimaliniz yüksek. Sezaryen doğum birçok riski de artırır; kısa vadede, kan pıhtılaşması, acil rahim ameliyatı, felç vb. olarak karşımıza çıkarken uzun vadede, pelvik ağrıda artıştan ileriki hamileliklerde dış gebeliğe kadar birçok soruna sebep olabilir. Yalnızca doktorunuz tarafından, gerekli görüldüğünde sezaryen doğum gerçekleştirilmelidir. Sezaryen doğum ameliyat durumu gerektirdiği için anestezi söz konusudur. Bu anestezi genel anestezi olarak tüm vücuda veya sadece belden aşağıya uygulanarak epidural anestezi olarak gerçekleşebilir.
Kolay doğum nasıl gerçekleşir?
Aylarca sabırsızca beklediğiniz doğum anınızı en kolay şekilde geçirmeniz ile ilgili olarak size en çok yardımcı olabilecek kişi muhakkak ki doktorunuzdur. Bunun yanı sıra sizin de anne olmaya hazır olmanız psikolojik olarak doğumunuza yardımcı olacaktır. Beslenmenize ve su tüketimine dikkat etmeniz hamileliğiniz sürece çok önemlidir. Sağlıklı bir doğum için doğum öncesi gideceğiniz gebelik kursları, egzersizler, meditasyon ve hamile pilatesi de doğumunuzu kolaylaştırır.
Doğum dikişleri ağrı yapar mı?
Her iki doğum çeşidinde de kesi ve dikiş uygulanması normaldir. Epizyotami uygulanan normal doğumlarda bu kesi 3 – 4 cm kadar olup dikişlerin komple iyileşmesi tıpkı diğer kesi dikişleri gibi 1 – 2 hafta sürer. Dikiş sonrası ağrı oluşması normaldir. İyileşme sürecinde ağrı da azalarak geçecektir. Lokal anestezi ile yapılan kesi aynı anestezinin etkisi ile dikildiği için acı hissedilmesi söz konusu dahi değildir. Normal doğum dikişini vücut emer ve kendiliğinden yok olur, dikişi aldırmak gibi bir durum söz konusu değildir. Dikiş izi ilk zamanlarda dahi rahatsız edici bir görüntü oluşturmaz, zaman içerisinde ise neredeyse yok olur.
Sezaryen doğum cerrahi bir işlem gerektirdiği için ameliyat esnasında sezaryen dikişi uygulanır. Kesiye atılan dikişin iyileşmesi 4 – 6 hafta sürebilir. Ağrılar özellikle dikişlerin iki uç noktasında daha yoğun hissedilir. Dikişin atıldığı ilk zamanlarda ödem ve şişme normal karşılanır. Doğumdan sonra oluşan ağrı ve yanmalar, normal doğuma göre daha uzun sürer. Kesinin çevresinde oluşan hissizlik ve uyuşma durumu dikişlerdeki iyileşmeden daha geç geçebilir. Dikişler kendiliğinden eriyerek yok olan çeşit değil ise doğumun gerçekleşmesinden 5 gün sonra dikişlerin alınması gerekir. Eğer kendiliğinden eriyen dikiş ise alınması söz konusu değildir.
ÇOĞUL GEBELİKLER
İkiz gebelik nasıl oluşur?
İkiz gebelikler çoğul gebeliklerin en sık izlenen tipidir. Çoğul gebelikler tüm gebeliklerin yaklaşık % 2-3’üne ulaşan oranlarında izlenir. İkiz gebeliklerin bir bölümü kendiliğinden oluşurken, bir bölümü ise üremeye yardımcı tekniklere (Aşılama, yumurtlamayı kolaylaştıran haplar, tüp bebek) bağlı ortaya çıkmaktadır. Anne yaşındaki artış, ailede çoğul gebelik öyküsü gibi faktörler çoğul gebelik sıklığını arttırmaktadır.
İkiz gebelik ne zaman belli olur ve ne zaman kesinleşir?
İkiz gebelikler adet gecikmesi sonrasında gebelik kesesinin izlenebildiği andan itibaren saptanabilir. Günümüzde gebeliğin ilk 14 haftasında yapılan ultrasonografinin en önemli amaçlarından biri gebelik kesesi sayısının belirlenmesidir. Son adet tarihine göre ortalama 7. haftada, adet gecikmesinden itibaren 3. haftadan sonra gebelik kesesi veya keseleri ultrasonografide görülerek çoğul gebelik tanısı koyulabilir.
İkiz gebelikte tüp bebek yönteminin etkisi nedir?
Tüp bebek yönteminde transfer edilen embriyo sayısı arttıkça ikiz, üçüz gebelik gibi çoğul gebeliklerle daha çok karşılaşılmaktadır.
İkiz gebelik belirtileri nelerdir?
Gebeliğin ilk 3 ayında karşılaşılan bulantı, koku hassasiyeti ve kusma, şikayetleri ikiz gebeliklerde daha yoğun olabilmektedir. Bunun dışında tek gebeliklere göre farklı bir şikayete yol açmamaktadır.
İkiz bebek bekleyen anneler nasıl beslenmeli?
İkiz gebeliklerde annelerin demir, folik asit,kalsiyum, gibi eser element ihtiyaçları artar. Günlük protein alımı ve kalori alımı teke gebeliklere göre daha yüksek tutulmalı. Örneğin günlük protein alımı vücut ağırlığına göre kg başına 1,5 g olmalı, günlük kalori, ihtiyacına her bir bebek için 300 kcal eklenmelidir.
Tek yumurta ikizleri ile çift yumurta ikizleri arasındaki farklar nelerdir?
İkiz gebeliklerde tek yumurta ve çift yumurta ikizlerinin ayrımı her zaman kolay yapılamayabilir. Tek veya çift yumurta olmalarından ziyade önemli olan her bir bebeğin ayrı plasentası (eşi) olup olmadığı veya tek bir plasentayı paylaşıp paylaşmadıkları önem kazanır. O cepheden bakarsak tek bir plasentası olan ikiz gebeliklerin diğerlerine göre gebelik sırasında karşılaşabilecekleri sorunlar çok daha farklıdır. Bu sorunlar arasında büyümeleri arasında giderek artan fark, ikizden ikize kan nakli, ikiz eşlerinden birinin kaybedilmesi, tek kesede olan ikiz eşlerinde kordon ile ilgili sorunlar, amniyon sıvı farklılıkları ilk akla gelenlerdir.
İkiz gebelik tekil gebeliği göre riskleri nelerdir?
İkiz gebeliklerde tek gebeliklere göre düşük, anne karnında 20 haftası ikiz eşlerinden birinin ölümü, erken doğum, büyüme geriliği, doğumsal anomaliler, plasenta previa, erken doğuma bağlı prematürite kaynaklı sorunlar; annede hipertansiyon, gebelik şekeri, kansızlık, idrar yolu enfeksiyonları, vajinal kanama, amniyon sıvısında artışın yarattığı solunum sıkıntısı, sezaryenle doğum sıklığında artış ile daha çok karşılaşılır.
İkiz gebelikte yaşanabilecek olası riskler karşısında ne gibi tedavi ve tedbirler uygulanır?
İkiz gebelikler içinde monokoryonik ikizler yani tek plasentası olan ve ikiz eşlerinin o plasentayı paylaştıkları gebeliklerde takibin mutlaka bir perinatoloji uzmanı veya onun yönlendirmesi ile yapılması gereklidir. Bu gebelikler daha sık izlenmeli, ikizden ikize kan nakli gibi sorunlar ile karşılaşıldığında bu konuda deneyimli referans merkezlerinde, anne karnında tedavi (Lazer veya kordon koagulasyonu) gibi tedavi seçeneklerinin uygulanması gereklidir. Bunun dışında çift yumurta ikizleri ve tek yumurta ikizlerinden iki ayrı plasentası olanlarda takip tek gebeliklere benzer. Her 2 grupta da erken doğumun işaretlerine karşı uyanık olunmalıdır. Tek gebeliklerde olduğu gibi hali hazırda oturmuş bir tarama (Ultrasonografi ile rahim ağzı uzunluğu ölçümü) ve ilaç tedavisi seçeneği olmasa da olguya özel hareket edilebilir. Annenin karşılaştığı sağlık sorunlarına karşı önlemler alınmalı, özellikle anemiye (kansızlığa) karşı demir ve folik asit desteğine önem verilmelidir.